Dinsizliğin Pisikolojik Zararları -Korku ve Saplantılar

Dinsizliğin Pisikolojik Zararları -Korku ve Saplantılar

 

Korku ve Saplantılar

Cahiliye toplumu insanları, tek mutlak gücün Allah'a ait olduğu gerçeğini kavrayamazlar ve bunun sonucunda büyük küçük binlerce korkunun tutsağı olurlar. Bu korkular onlara hayat boyu süren bir sıkıntı ve zorluk getirir. Karşılaştıkları her olay onlar için bir tedirginlik sebebidir. İnsanlar onlar için başlı başına bir korku kaynağıdır; her an herhangi birinden kendilerine zarar gelebileceğini düşünürler. Aynı şekilde doğa olayları da korku duydukları bir başka konudur. Depremin, selin, kasırgaların başıboş olaylar olduğunu zannederler. Kuran'da, Allah'a iman edip sadece O'ndan korkmak yerine, çeşitli ilahlar edinen insanların durumlarıyla ilgili şöyle bir örnek verilmiştir:

“Allah (ortak koşanlar için) bir örnek verdi: Kendisi hakkında uyumsuz ve geçimsiz bulunan, sahipleri de çok ortaklı olan (köle) bir adam ile yalnızca bir kişiye teslim olmuş bir adam. Bu ikisinin durumu bir olur mu? Hamd, Allah'ındır. Hayır onların çoğu bilmiyorlar. Gerçek şu ki, sen de öleceksin, onlar da öleceklerdir. Sonra şüphesiz sizler, kıyamet günü Rabbinizin huzurunda davalaşacaksınız.”(Zümer Suresi, 29-31)

Ayette ifade edildiği gibi, cahiliye toplumunun "çok ilahlı" insanları, "sahipleri çok ortaklı olan köle bir adam" gibi, kendi oluşturdukları sayısız korku ile yaşarlar. Evlenememek, çocuk sahibi olamamak, hastalanmak, çirkinleşmek, yaşlanmak, başkalarına muhtaç konuma gelmek, iflas etmek, işten çıkarılmak, parasız kalmak, aç kalmak cahiliyenin binlerce korkusundan sadece birkaçıdır. Bunların yanında bir de saplantı haline getirdikleri batıl inançları vardır. Söz gelimi karanlıktan korkarlar, merdiven altından geçemezler, kara kediye bakamazlar...


İHANETE UĞRAMA KORKUSU

Cahiliye insanları, eşleri, çocukları, anneleri, babaları da dahil olmak üzere çevrelerindeki hiç kimseye güvenemezler. En yakınlarının bile gerektiğinde menfaatleri uğruna kendilerine ihanet edebileceğini düşünürler. Bu korkularında aslında haklıdırlar da. Çünkü yaşadıkları sistem Kuran'a muhalif bir sistemdir.

Kuran ahlakının uygulanmadığı yerde ise, gerçek anlamda güvenilirlik, sadakat ya da vefa gibi ahlaki özellikler yaşanmaz. Bu özellikler ancak Allah korkusu ve ahiret inancıyla ortaya çıkar.

Cahiliye insanları Kuran'ın sunduğu güven ortamını yaşayamadıkları için hayatları boyunca "ihanete uğrama korkusu"yla yaşarlar. İhanete uğramalarını önlemek için aldıkları en iyi tedbir, kimseye güvenmemektir. Bunu ifade etmek için kullandıkları deyimlerden biri de "bu devirde babana bile güvenme" sözüdür.

Bu söze uyar ve kendilerinden başka kimseye itimat etmezler; ancak bu onların ihanete uğramalarını engellemez. İhanet örneklerine gazetelerde, TV kanallarında sıkça rastlanır. Söz gelimi bir işadamı, küçük bir resmi işlem için verdiği vekaletname ile, karısının tüm malını mülkünü kendi üzerine geçirerek kendisini terk ettiğine şahit olur. Ya da iş ortağı kendisini dolandırmış, tüm malını mülkünü üzerine geçirerek ülke dışına çıkmıştır. Kimi zaman çocukları bile kendi öz babalarını dolandırmaya yeltenebilir.

Bu ihanetler sadece maddi konularda olmaz. Örneğin kocasının hiç kimseye söylememesi için verdiği sırrı, karısı yaptığı toplantılarda rahatlıkla arkadaşlarına anlatır. Ya da karı koca rahatlıkla arkalarından birbirlerini eşe dosta "çekiştirip", gıyaplarında birbirlerine hakaretler yağdırabilirler. Yine aynı şekilde evli oldukları halde birbirlerini başka insanlarla çok rahat aldatabilirler.

Bu örnekler kuşkusuz ki sayısız denecek kadar çoktur. Cahiliye insanları da toplumun her kesiminde bunlara sıkça rastladıkları için, her an aynı şeylerin kendi başlarına da gelebileceğini düşünerek büyük bir korku duyarlar.


FAKİRLİK KORKUSU

Cahiliye toplumunun tümüne hakim olan bir korku da, "fakir düşme korkusu"dur. Onları bu korkuya iten başlıca neden, cahiliye sistemine yön veren unsurlardan birinin "para" olduğunu bilmeleridir. Paraları olduğunda kendi ifadeleriyle "sırtlarının yere gelmeyeceğini" ama aksi taktirde hep ezileceklerini ve zorluk içerisinde yaşayacaklarını düşünürler. İstedikleri gibi yaşayamayacak, istedikleri gibi yiyip içemeyecek ve istedikleri gibi söz sahibi olamayacaklardır.

Bununla beraber cahiliye toplumunda bu konuda asıl dikkat çeken, en zengin olanların bile bu korkudan kendilerini kurtaramıyor olmasıdır. Söz gelimi kendisine, ailesine, çocuklarına, hatta tüm akrabalarına ve dostlarına yıllarca yetecek kadar parası olduğu halde, kimi insanlar bu korkularından dolayı cimrilik denilen hastalığa yakalanırlar. Tedbirli olma adı altında tüm paralarını bir kenarda saklamayı yeğlerler. Üstelik bunu yaparken amaçları dünyada rahat etmektir ama her şey tersine gelişir ve kendi kendilerini hiç de rahat olmayan bir ortam içine sokarlar.

Gerek fakirlik korkusu, gerekse bunun yol açtığı cimrilik, bu insanların Allah'a güvenmemelerinden kaynaklanmaktadır. Kuran'da insanlar bu korkuya kapılmama konusunda uyarılmışlardır:

“Şeytan, sizi fakirlikle korkutuyor ve size çirkin-hayasızlığı emrediyor. Allah ise, size kendisinden bağışlama ve bol ihsan vadediyor. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir.” (Bakara Suresi, 268)

Bu korkularını yenmeleri ise, ancak Kuran'ın hükümleri doğrultusunda düşünmeleri ve hareket etmeleriyle mümkün olur. Çünkü Kuran'a tam olarak uyulduğunda, Allah korkusu dışındaki tüm korkulara set çekilmiş olur.

Samimi imana sahip kişi, mülkün tek sahibinin, kendisini rızıklandıranın Allah olduğunu bilir. Bu nedenle de bunu kendisi için bir korku haline getirmez. Onu yaratan, ona nimet ve bolluk veren Allah'ın fazlı geniştir ve dilediğine bu fazlından verir. Üstelik inananlar sonsuz bir zenginlik yurdu olan cennetle müjdelenmişlerdir.


YAŞLILIK KORKUSU

Gençlik ve güzellik, cahiliye toplumunun önem verdiği başlıca konulardandır. Her insan hayatı boyunca bu iki özelliği muhafaza etmeye çalışır. Ancak bunun asla mümkün olmadığını da herkes bilir. Er geç bir gün yaşlanacağını, bedeninin yıpranacağını, güzelliğinin kaybolacağını bilmek, cahiliye insanı için büyük bir darbedir. Kadınlar bu korkularını daha açık bir dille ifade ederken, erkekler bunu belli etmemeye çalışır ama için için bu korkuyu yaşarlar. Çirkinleşmek ve özellikle de acizliklerinin açıkça ortaya çıkması onları ciddi şekilde rahatsız eder. Çünkü yıllarca sürdürdükleri büyüklük iddiaları, yaşlanmayla son bulacaktır. Her gün aynanın karşısına geçip, ciltlerinde ya da bedenlerinde oluşan değişiklikleri korkuyla gözlemlerler. Ama her ne kadar çabalasalar da, bir noktadan sonra hiçbir şekilde bedenlerinin çöküşüne karşı koyamazlar.

Yaşlılıkta sürdürülen bir yaşam, gençliğin hüküm sürdüğü yılların sunduğu ortamdan çok daha farklıdır. Cahiliye insanları çoğu zaman ona bakmanın bir külfet olduğunu ve rahatsızlık verdiğini hissettirirler yaşlı insana. Çocuğu ya da eşi gibi en yakın çevresi bile ona ancak tahammül etme gözüyle bakmaya başlar. Onu kimseye faydası olmayan, aksine yaşlılığın getirdiği hastalıklar nedeniyle sürekli masraf çıkaran biri olarak değerlendirirler. Hem istenmediğini, hem de muhtaç konumda olduğunu bilmek, onda bir başka korku daha oluşturur. Her an ortada kalma ya da kimsesizler yurdu gibi istemediği yerlere gönderilmenin endişesini yaşar. Aslında bu endişelere kapılmakta da haklıdır. Çünkü Allah'tan uzak insanlardan oluşan bir toplumda bu adaletsiz, şefkatsiz sistem hakimdir. Korktukları çoğunlukla başlarına gelir.

Ancak bunun dışında yaşlanma korkusunun altında yatan bir başka sebep de, yaşlılığın ölümü ve dünya hayatının sonunu hatırlatıyor olmasıdır. Aynaya her baktığında sürenin daha da kısaldığını bilmek, inançsız bir insan için büyük bir azap sebebidir. Ahiret hayatına inanmayan bir insan için, dünyanın sona ermesi, bedenin yok olması geri dönüşü olmayan bir sondur. Tüm hayatını bunlar uğrunda harcamıştır; bu nedenle bunları kaybetmekten şiddetle korkar.

İnananlar ise ne yaşlanmaktan ne de acizliklerinin ortaya çıkmasından korkarlar. Çünkü onlar dünya hayatlarında ne gençlikleriyle, ne de güzellikleriyle yer edinmeye çalışırlar. Dış güzellikten çok, iç güzelliğin önemli olduğunu bilir ve dostları arasında da Allah'a olan bağlılıkları ve güzel ahlakları dolayısıyla sevildiklerini unutmazlar. Bunun yanında yaşlılığın ölümü hatırlatmasından da korkmazlar. Çünkü ahiret onlar için, dünyayla kıyaslanmayacak güzellikte, sonsuza dek sürecek yeni bir hayatın başlangıcı olacaktır. Dünya hayatı boyunca Allah'ın hoşnutluğunu ve cennetini kazanmak için güzel davranışlarda bulunduğunu bilen ve vicdanı rahat olan bir insan, yaşlılığı da sevinçle karşılar.


HASTALANMA KORKUSU

Dünyaya bağlı yaşayan kimseler hastalanmaktan da şiddetle korkar ve hayatları boyunca bu tedirginlik içerisinde olurlar. Hastalığa neden olan mikrop ve virüslerin Allah'tan bağımsız ve karşı koyulamaz güçler olduğunu düşünürler. Bu nedenle de onları kendi kendilerine baş edemeyecekleri korku odakları olarak görürler.

Onlar için hastalık demek, her şeyden önce dünyadan mahrum kalmak demektir. Basit bir grip vakası bile onları bir çok aktiviteden alıkoyacak ve böylece zaten kısa olan ömürlerinden bir kısmını daha tüketmiş olacaklardır. Tam bir ayak bağı olarak nitelendirdikleri hastalıklar, daha çok para kazanmalarını, gezmelerini, yemelerini, içmelerini kısacası her şeylerini kısıtlayacaktır. Bu da onların sistemlerini kökünden alt üst eder.

Hastalığı böylesine bir bela ve musibet olarak görür ve her an hastalanma endişesi ile yaşarlar. Buna karşılık müminlerin hastalığa olan bakış açıları cahiliye mantığına taban tabana zıt bir yapı gösterir. Öncelikle müminler dünya hayatının bir gün, bir şekilde, mutlaka son bulacağının çok iyi farkındadırlar. Bu nedenle hastalıktan kaçsalar, bir kazaya ya da en azından yaşlılığın doğal akışına mutlaka yakalanacaklarını bilirler. Bununla birlikte, ne virüsün ne de bakterinin Allah'ın izni olmadan kimseye yaklaşamayacağını da unutmazlar. Eğer buna rağmen hastalanıyorlarsa da bunun Allah tarafından verildiğini ve dolayısıyla da kendileri için pek çok hayır içerdiğini açıkça görebilirler. Allah'a ve kadere olan teslimiyetlerinden dolayı da hastalık korkusu gibi bir sıkıntıyı hiçbir zaman yaşamazlar. Elbetteki hastalanmamak ve sağlıklarını korumak için akıllarını sonuna kadar kullanırlar; ancak buna rağmen bir hastalığa yakalanırlarsa, ayette de belirtildiği gibi güzel ahlak ve sabır göstermeye devam ederler:

“... Zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler. İşte bunlar, doğru olanlardır ve mutlaki olanlar da bunlardır." (Bakara Suresi, 177)