Evrensel Tahribat: Savaşlar

Evrensel Tahribat: Savaşlar

 

Evrensel Tahribat: Savaşlar

“Ey iman edenler, hepiniz topluca "barış ve güvenliğe (Silm'e, İslam'a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.” (Bakara Suresi, 208)

Yirminci yüzyıl insanlık tarihine savaşların, soykırımların, çatışmaların yüzyılı olarak geçti. Dünya tarihi boyunca en fazla kanın akıtıldığı bu yüzyılda, milyonlarca insan sebepsiz yere hayatını yitirdi, milyonlarcası evinden yurdundan oldu, sakat kaldı, yakınlarını kaybetti. Dünya tarihinde çok önemli etkileri olan, yeni ülkelerin kurulması ve pek çoğunun da yıkılmasıyla sonuçlanan iki büyük dünya savaşı bu yüzyılda yaşandı. Daha önceki dönemlerde yaşanan savaşlar sadece birkaç ülke arasında, cephelerde gerçekleşirken, bu savaşlar dünyanın dört bir tarafındaki ülkeleri içine aldı. Sadece Birinci Dünya Savaşı'nda 9 milyon kişi öldü, 20 milyona yakın kişi yaralandı.

Bu yüzyıldaki savaşların bir başka özeliği de sivillerin doğrudan bombalanması, çocukların, kadınların, yaşlıların katledilmesi oldu. Soykırım kavramı da gerçek anlamıyla 20. yüzyılda insan hayatına girdi. Vietnam'da, Filistin'de, Keşmir'de, Ruanda'da, Bosna ve Kosova'da, Çeçenistan'da yüz binlerce silahsız insan hayatını kaybetti, kadınlar tecavüze uğradı, işkenceler yapıldı, insanlar hayatlarını kamplarda devam ettirmeye çalıştılar.

Kuran'da bunlara benzer bir örnek Firavun dönemi ile ilgili olarak verilmiştir. Firavun örneğinde gördüğümüz, bu vahşi katliamlarda her zaman savunmasız, zayıf bırakılmış kişilerin hedef alınmasıdır. Kasas Suresi'nde Firavun'un halkını fırkalara ayırdığı, zayıf bıraktığı ve savunmasız insanları katlettiği şu şekilde ifade edilir.

“Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır'da) büyüklenmiş ve oranın halkını birtakım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı.” (Kasas Suresi, 4)

“Hani Musa kavmine şöyle demişti: "Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; hani O sizi Firavun ailesinden kurtarmıştı, onlar sizi en dayanılmaz işkencelere uğratıyor, kadınlarınızı sağ bırakıp erkek çocuklarınızı boğazlıyorlardı. Bunda sizin için Rabbinizden büyük bir sınav vardır." "Rabbiniz şöyle buyurmuştu: "Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size arttırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, benim azabım pek şiddetlidir." (İbrahim Suresi, 6-7)


İslam ahlakının yaşandığı bir toplumda insanların sırf çıkarları uğruna masum insanların kanını dökmesine, gencecik insanları katletmesine asla izin verilmez. Her zaman güzellik ve barışla yaklaşıldığından sonuç da bu şekilde olur.

Günümüzde ise basında tüm ayrıntılarıyla yer alan bu tür katliamlar, bunları gerçekleştirenlerin insanlıktan ne kadar uzaklaştıklarını açıkça gözler önüne sermektedir. Her türlü ahlaki duyarlılıktan, insani duygulardan, merhametten, şefkatten, sevgiden, acıma duygusundan uzak olan bu insanların belki kendilerinin bile ne uğurda savaştıklarından haberleri yoktur. Bu durum günümüzde süregelen savaşlar için de geçerlidir. Savaşları planlayanların, ateşleyenlerin ve bunlardan çıkar bekleyenlerin belli bir amaç doğrultusunda yaptıkları bu çatışmaların sebepleri, savaşın bizzat içinde olan pek çok kişi tarafından bilinmemektedir.

Bu vahşi katliamları gözlerini bile kırpmadan gerçekleştirebilecek kadar insanlıktan çıkan kişilerin içinde bulundukları durumun nedeni ise, önderlerinden aldıkları eğitimdir. İnsanın bir hayvan gibi görüldüğü, işkencenin, vahşetin makul hale getirildiği bu sistemde her türlü ahlaki değer önemini kaybetmiştir. Bu açıdan bakıldığında günümüzde vahşetlere öncülük eden liderlerle Kuran'da anlatılan Firavun ve askerlerinin çok büyük benzerlikler taşıdığı görülür. Allah onların cehennemde şiddetli bir azapla karşılaşacakları bildirmiştir:

“Biz, onları ateşe çağıran önderler kıldık; kıyamet günü yardım görmezler. Bu dünya hayatında onların arkasına lanet düşürdük; kıyamet gününde ise, onlar çirkinleştirilmiş olanlardır.” (Kasas Suresi, 41-42)


VAHŞETİN KÖKENİ

Evrim teorisi ilk ortaya atıldığı dönemden beri materyalist dünya görüşünü desteklerken, bir yandan da özellikle insanlar arasında yaşanan katliamlara zemin hazırlamıştır. Darwin, "yaşam mücadelesi" kavramıyla her zaman zayıf bireylerin eleneceğini ve güçlü olanların ayakta kalacağını iddia etmiştir. Bu ırkçı görüş zamanla "Sosyal Darwinizm" adını almış ve 19. yüzyıldaki ırkçı düşüncelere ve vahşi kapitalizme dayanak teşkil etmiştir. Bu düzen içinde zayıf insanlar, düşkünler, sakatlar ortadan kaldırılması gereken, evrimini tamamlayamamış yaratıklar olarak ifade edilir. (Bkz. Darwin'in Türk Düşmanlığı, Harun Yahya)

Bu maddeci yaklaşım içinde insan hayatı hiçbir önem taşımaz. Özellikle de zayıf insanların katledilmesinde, yok edilmesinde herhangi bir engel yoktur. Sadece bir toprak parçası, kişisel hırslar ya da doğal kaynaklar uğruna insanların öldürülmelerinin altında yatan sebep, işte insan hayatının bu derece değersiz görülmesidir. Maddeyi mutlak sayan, Allah'ın varlığını inkar eden insanlar, bu telkin altında her türlü suçu işleyebilmekte ve insanları da bu zalimliğe yönlendirmektedirler.

Kuran ahlakında ise insan hayatı çok önemlidir. Kuran'da tek bir insanın hayatına kast etmek bütün insanları öldürmekle bir tutulur:

“Bu nedenle, İsrailoğullarına şunu yazdık: Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur. Andolsun, elçilerimiz onlara apaçık belgelerle gelmişlerdir. Sonra bunun ardından onlardan bir çoğu yeryüzünde ölçüyü taşıranlardır.” (Maide Suresi, 32)

Yukarıdaki ayetten de anlaşılacağı gibi, Allah'ın kitabına uyan bir toplumda insanlar haksız yere öldürülmez, evlerinden sürülmez, işkence görmez, haksızlığa uğratılmazlar. Daha önceki konularda da belirttiğimiz gibi, Kuran, insanlar arasında adaletle ve güzellikle davranılmasını emretmektedir. Bunun aksi davranışlardan, zulümden, çıkarcılıktan, başkalarının hakkına tecavüz etmekten insanları sakındırmaktadır. Yeryüzündeki zulme ve adaletsizliğe razı olmadığını söyleyen kişilerin yapması gereken de, Allah'ın varlığını, hesap gününü ve Kuran ahlakını insanlara tebliğ etmektir. Doğru olanın bu olduğunu bildiği halde tebliğden kaçınan, gördüğü zulümlere göz yuman bir insan ise Allah'ın azabından korkmalıdır. Çünkü Allah insanları yeryüzüne yerleştirmiş ve onların nasıl davranışlarda bulunacağını deneyeceğini haber vermiştir:

“Andolsun, sizden önceki nesilleri, resulleri kendilerine apaçık deliller getirdiği halde, zulmettikleri ve iman etmeyecek oldukları için yıkıma uğrattık. İşte biz, suçlu-günahkar olan bir topluluğu böyle cezalandırırız. Sonra, nasıl yapıp-davranacaksınız diye gözlemek için, onların ardından sizi yeryüzünde halifeler kıldık.” (Yunus Suresi, 13-14)


SAVAŞLARIN NEDENLERİ

Dünya üzerinde gerçekleşen savaşların nedenlerini incelemek, bu vahşetlerin ne kadar anlamsız sebeplerle başlatıldığını anlamak için yeterlidir. Hiçbirinin binlerce insanın hayatını kaybetmesine, sakat kalmasına değecek bir nedeni yoktur. Yıllarca süren, binlerce kişinin ölmesine ve yaralanmasına, binlercesinin evlerini terk etmelerine, ülke ekonomilerinin çok büyük bir yıkım yaşamasına neden olan bu savaşların en önemli sebebi, savaşları örgütleyenlerin bozguncu karakterleri ve birbirlerinin hakkına tecavüz etmeleridir. Bencil ve acımasız olan, merhamet, şefkat yardımlaşma gibi her türlü insani duygudan uzak, kişisel hırslarını ve liderlik arzusunu tatmin peşinde koşan insanları içine alan bu bozguncu karakter Kuran'da şu şekilde tarif edilmektedir:

“O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez. Ona: "Allah'tan kork" denildiğinde, büyüklük gururu onu günaha sürükler, kuşatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o.” (Bakara Suresi, 205-206)

Bir ülke diğerine ait olan topraklarda geçmişe yönelik hak iddia eder, o ülkeye saldırır ve savaşların bir bölümü bu şekilde başlar. Bir parça toprak uğruna başlatılan bu savaş iki ülkeyi de geriye götüren çalkantılı bir dönem halini alır. Savaş bir türlü bitmek bilmez, iki taraf da silahlanmak için tüm maddi varlığını harcar. Ülkelerin bütçeleri sağlık ya da eğitim yerine silahlanmaya ayrılır ve hiçbir sonuç elde edilmez. Bu çatışmalardan çıkar elde eden gruplar, silah lobileri, büyük şirketler vardır. Zarar gören kesim ise çoğunluğu oluşturan halktır. Sonuç genellikle her iki taraf için de çok büyük bir yıkım olur. Çünkü yeryüzünde zorbalık yapan her kavim çeşitli sıkıntılarla karşılaşır, dünya üzerinde rahatlık içinde yaşayamaz. Allah haksızlıkta bulunanları acıklı bir azapla müjdeler:

“Yol, ancak insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere 'tecavüz ve haksızlıkta bulunanların' aleyhinedir. İşte bunlara acıklı bir azab vardır.” (Şura Suresi, 42)

Savaşların bir başka nedeni de yeraltı kaynakları, doğal zenginlikler, madenler ya da sudur. Bazı ülkeler kendinde olmayıp, komşularında mevcut olan bu kaynaklara göz diker ve bir şekilde elde etmek için çatışmalar çıkarmaya çalışır. İyi bir planlama, yüksek bir teknoloji ile bu sorunların üstesinden gelmek mümkünken savaş çıkarıp, hepsinin kendi kontrolünde olmasını ister. Böyle bir durumda masum insanların, kadınların, çocukların ölmesini umursamaz. O ülkede karışıklık çıkarır, su kanallarını bombalar, her türlü zulmü makul karşılar. Bütün bunların nedeni hiç kuşkusuz ki Kuran ahlakının yaşanmamasıdır.