Dünyadaki Kaynaklardan Eşit Yararlanma
Toplumların geneline bakıldığında, insanların, dünya kaynaklarından eşit ölçülerde yararlanamadıkları görülür. Örneğin yetişkin bir insanın günlük enerji ihtiyacı yaklaşık 2800 kalori olarak kabul edilir. Dünya genelinde mevcut olan besin maddeleri de her insanın bu günlük ihtiyacını karşılaşabilecek düzeydedir. Ama buna rağmen dünyada halen 800 milyondan fazla insan açlık çekmektedir. Dünya nüfusunun yaklaşık %75'inin (1991'de 4.03 milyar kişi) aldığı günlük kalori bu miktarın altındadır ve ülkeden ülkeye bu oranlar değişiklik gösterir. Bunun nedeni yiyecek maddelerinin ülkeler üzerinde eşit olmayan dağılımıdır. Yine başka bir istatistiğe göre gelişmekte olan ülkelerin temel ihtiyaçlarını karşılamak (yiyecek, içecek su, sağlık önlemleri, sağlık bakımı ve eğitim) yılda yaklaşık olarak 40 milyar dolara mal olmaktadır ki, bu da dünyanın en zengin 225 insanının toplam mal varlığının %4'ü anlamına gelmektedir.
|
Örneğin cüzzam hastalığı bakteriler vasıtasıyla ortaya çıkan, son derece bulaşıcı ve kolaylıkla salgın haline gelebilen bir hastalıktır. Yüzyıllar boyunca tedavi edilemez olarak düşünülen cüzzamın günümüzde ilaçla tedavisi yapılabilmektedir. Gelişmiş ülkeler için sorun teşkil etmeyen bu rahatsızlık, yoksul ülkelerde çözülemeyen bir problem halini almıştır. Çünkü tedavinin uzun sürmesi, ilaçların pahalı olması gibi nedenlerle dünyanın yoksul ülkelerinde cüzzam tam olarak önlenememiştir. Ülkeler arasında gerçekleşecek ilaç aktarımı sayesinde kolaylıkla tedavi edilecek bu hastalığın pek çok ülkede halen varlığını sürdürüyor olması son derece düşündürücüdür.
Cüzzam sadece tek bir örnektir. Benzer pek çok hastalık geri kalmış ülkelerdeki maddi yetersizlikler ya da teknolojik eksiklikler gibi nedenlerle tamamen yok edilememekte hatta çoğu yerde tedavi dahi edilememektedir. Oysa bu gibi sağlık problemlerinin çözümü son derece kolaydır. Kimi ülkelerde depolarda beklerken israf olan malzemelerin akılcı biçimde düzenlenecek organizasyonlarla gerekli olan yerlere aktarımı gibi yöntemlerle sağlık problemleri kolaylıkla hallolacaktır.
Bu konuda başka bir örnek olarak da teknolojik imkanların yeryüzündeki eşit olmayan dağılımını verebiliriz. Gelişmiş ülkelerde üretim alanlarının artırılması için tarım teknolojisi üzerinde pek çok çalışma yapılmaktadır. Elde edilen başarılı sonuçlar sayesinde verimsiz çöl topraklarına bile su ulaştırılmakta ve bu alanlar üretim yapılır hale getirilmektedir. Bu konuda yapılan çalışmalardan bir tanesi de bilgisayar kontrolünde gerçekleştirilen sulama teknolojisidir. Bu sulama sisteminin amacı su kaybını sıfıra indirmektir. Kullanılan teknoloji ile su akışı doğrudan bitkilerin kök bölgelerine yönlendirilmekte, bu sayede tek bir damla suyun bile boşa gitmesi engellenebilmektedir. Yine çöl tarımının desteklenmesi amacıyla her türlü suyun kullanılır hale getirilmesini sağlayacak çalışmalar da yapılmaktadır. Bu çalışmaların neticesinde de sel ve deniz suları gibi kaynaklar arıtılmakta ve tarım için kullanılmaktadır.
Bu yöntemler gelişmiş ülkeler tarafından halen uygulanmakta ve çöller yeşertilerek tarım yapılabilir hale getirilmektedir. Bu, elbette ki sevindirici bir teknolojik gelişmedir. Yalnız burada düşündürücü olan nokta aynı teknolojinin, ciddi anlamda ihtiyaç içinde olan, tarım alanları yeterli olmadığı için halkı açlık tehlikesiyle karşı karşıya olan ülkelerde de uygulanması yönünde bir girişim olmamasıdır. Yoksul ülkelerin ellerindeki kısıtlı imkanlar, geri kalmış teknolojiler sebebiyle en verimli bölgelerde dahi tarım yapılamamakta ve bu da söz konusu ülkelerde açlık tehlikesi yaratmaktadır.
Kimi zaman bütün bir ülke halkının açlıkla birlikte ölüm tehdidi altında olmasına, bu durum tüm basın-yayın organlarında yer almasına ve bütün insanlar bu durumdan haberdar olmasına rağmen gerçek anlamda bir çözüm üretilmemektedir. Hep gelip geçici tedbirlerle, kısa vadeli girişimlerle bir şeyler yapılmaktadır. Ancak kuşkusuz böyle "üstünkörü" alınan tedbirler ciddi anlamda bir fayda sağlayamamaktadır.
Burada önemli olan nokta süratli bir şekilde çözüm üretilmesi ve üretilen çözümlerin köklü ve uygulanabilir niteliklerde olmasıdır. Açlık çeken ülkelere günümüzde pek çok yardım yapılmaktadır. Ancak bu yardımların çoğu, ihtiyaçlar doğrultusunda değil de depolardaki fazlalıklardan kurtulmak için yapılan göstermelik yardımlar olmaları sebebiyle amaçlarına ulaşmamaktadır. Ya da organizasyon bozuklukları nedeniyle yardımlar ihtiyaç sahiplerine götürülemeden bozulmaktadır. Yardım amaçlı vakıflar kurulmakta ama araştırıldığında bu vakıfların çoğunun kuruluş amaçlarının kişisel çıkar sağlamak olduğu anlaşılmaktadır.
Kesin bir çözüme ulaşılamamasının altında yatan sebepler de yine bencillik, kişisel çıkarlar ve hırslar, umursamazlık gibi ahlaki bozukluklardır. Ve bu bozuklukların ortadan kalkmasının tek yolu da, insanlara Kuran'ın sunduğu ahlak modelini anlatmak, vicdansızlığın ahirette hesabının verileceğini hatırlatmaktır.
Sağlık ve tarımla ilgili problemlerden verilen örneklerde de görüldüğü gibi dünya üzerinde her konuda adaletin uygulanması ile pek çok problem çözülecektir. Yalnız burada üzerinde durulması gereken önemli bir nokta vardır. Adil dağılım denildiğinde akla her şeyin her yerde ve her kişide aynı oranlarda olması gerektiği gibi bir anlam gelmemelidir. Burada kastedilen yalnızca ihtiyaçların tam olarak karşılanmasıdır. Örneğin çölleri yeşertme teknolojisinin her ülkede bulunmasına gerek yoktur. Bir ülkenin kendi vatandaşlarının ihtiyacı varken başka bir ülkeye ilaç ve yardım göndermesi de beklenmez. Bundan başka ülkedeki her vatandaşta aynı miktarlarda mal-mülk olmasına da gerek yoktur. Önemli olan bir tarafta ihtiyaç içinde, sıkıntı çeken kimseler varken başka bir tarafta israfın yaşanmasından kaynaklanan bir uçurumun olmamasıdır. Allah'ın ayetlerde dikkat çektiği "ihtiyaçtan arta kalanının infak edilmesi" (Bakara Suresi, 219) emrine uygun hareket edildiğinde toplumları huzura yönelten adil dağılım kolaylıkla sağlanacaktır.
Karşılık beklemeden iyilikte bulunmak
Kuran'da tüm insanlara karşılıksız olarak hayır işlemeleri, insanlara yardım etmeleri, onlara güzel bir yaşam sunmaya çalışmaları emredilir. Bir ayette "Daha çok istekte bulunmak için iyilik yapma." (Müddessir Suresi, 6) emriyle, insanın yaptıklarında dünyevi bir çıkar gözetmemesi gerektiğine dikkat çekilmiştir. Allah'ın bu emirlerine uyan ve yaptıklarından dünyevi bir karşılık beklemeyen bir insanın tek bir amacı vardır; o da Allah'ın kendisinden razı olması, onu cennete layık bir kul olarak kabul etmesidir.
![]() |
Ancak dikkat edilirse günümüzde yapılan hayır işlerinin büyük bir kısmı dünyada kazanılacak bir karşılığa dayandırılmaktadır. Örneğin bir işadamı "sözde" yardım için vakıf kurar, ancak asıl amacı ödeyeceği vergisinin düşmesini sağlamaktır. Görünürde maddi bir karşılık elde etmiyor olsa bile, yaptığı yardım tüm halka gazeteler ve televizyon programları aracılığı ile duyurulur. Bunun sonucunda elde ettiği karşılık ise gösteriştir. Buna benzer bir takım çıkarlar uğruna yapılan yardımlar aslında çoğunlukla işe de yaramaz. Sadece insanların görüp takdir edecekleri kısımları gösterişli hale getirilir. Örneğin tırlarla yiyecek yardımı gönderilir, ama ya yiyecekler ihtiyaca yönelik olmaz ya da bozuk çıkar. Veya gönderildiği yerde bu yiyeceklerin dağıtımını sağlayacak bir sistem düşünülmediği için tonlarca yiyecek heba olur.
Başka bir örnek olarak da şunu verebiliriz: Siyasetle ilgilenen insanların genelde ağızlarında hep amaçlarının millete hizmet olduğu sloganı vardır. Ama bakan olarak seçilmediklerinde bir anda partilerine olan sadakatlerini ve sözde "amaçları"nı bir kenara iterek, gerçek amaçlarının mevki ve makam olduğunu gösterirler. Bu zihniyetteki insanların toplumlara ne kadar fayda getirecekleri ise şüphelidir. Kısacası samimi niyetle yapılmayan çıkar amaçlı işlerin bir bereketi ve faydası olmaz. Allah bu gerçeği bir ayetinde şöyle bildirir:
“Ey iman edenler, Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine sağnak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından hiçbir şeye güç yetiremez (elde edemez)ler. Allah, kafirler topluluğuna hidayet vermez.” (Bakara Suresi, 264)
Samimi bir niyetle, insanlara fayda sağlamak ve karşılığında Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için yapılan hayırlar ise Allah'ın ayetinde bildirdiği gibi son derece bereketli ve kazançlı olur. Allah insanların samimi niyetlerine karşılık olarak her işlerinde onları başarıya ulaştırır, onlara işlerinde fayda sağlayacak çeşitli yollar açar. Bir ayette bu gerçeğe şöyle dikkat çekilmiştir:
“Yalnızca Allah'ın rızasını istemek ve kendilerinde olanı kökleştirip- güçlendirmek için mallarını infak edenlerin örneği, yüksekçe bir tepede bulunan, sağnak yağmur aldığında ürünlerini iki kat veren bir bahçenin örneğine benzer ki ona sağnak yağmur isabet etmese de bir çisintisi (vardır). Allah, yaptıklarınızı görendir.” (Bakara Suresi, 265)
Sadece Allah'ın rızasını gözeten bir insanın yapacağı hayırların, göstereceği fedakarlığın sınırı da yoktur. Dinden uzak bir toplumda birçok insan böyle bir fedakarlığın altında mutlaka bir çıkar vardır diye düşünür. Oysa ki bu mantık, dinsizliğe aittir. Çünkü Allah rızasının aranmadığı bir toplumda, yalnızca çıkarlar ön planda tutulur. İnananlar ise Allah'ın rızası dışında hiçbir çıkar gözetmezler:
“Adaklarını yerine getirirler ve şerri (kötülüğü) yaygın olan bir günden korkarlar. Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. "Biz size, ancak Allah'ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür. Çünkü biz, asık suratlı, zorlu bir gün nedeniyle Rabbimizden korkuyoruz." Artık Allah, onları böyle bir günün şerrinden korumuş ve onlara parıltılı bir aydınlık ve bir sevinç vermiştir.” (İnsan Suresi, 7-11)
İşte sorunların çözümleri Allah'ın ayetleriyle açıklanmıştır. Yalnızca Kuran ahlakını yaşamak bu sorunları köklü olarak ortadan kaldırabilir. Fakir insanların ihtiyaçlarının gözetilmesi, yaşlılara gerekli saygının gösterilmesi, çocukların güzel bir ahlakla yetiştirilerek dejenerasyondan uzak tutulması, çeşitli felaketlere uğrayan toplumlara acil yardımların ulaştırılması, haksız yere bir ülkeye savaş açan, hiçbir suçu olmayan binlerce insanı katleden zalim fikir sistemlerinin çökertilmesi, devlete ve millete isyankar bir yapıya göz yumulmaması ve bunlar gibi her türlü sorunun tek çözümü Allah'ın insanlara yol gösterici olarak indirdiği Kuran'a uymaktır. Kuran'da emredilen ahlaki özellikler yaşandığı müddetçe dünya üzerindeki her türlü fesat ortadan kaldırılabilecektir. Aksinde ise insanlar kendi kendilerini bilerek zalim bir sisteme mahkum etmiş olurlar. Allah Kuran'da insanların kendi kendilerine verdikleri zarara şöyle dikkat çekmiştir:
“İnsanların kendi ellerinin kazandığı dolayısıyla, karada ve denizde fesad ortaya çıktı. Umulur ki, dönerler diye (Allah) onlara yaptıklarının bir kısmını kendilerine taddırmaktadır.” (Rum Suresi, 41)
Akıl ile gelen çözümler
Dünya üzerinde yaşanan sorunlara çözüm bulabilmek ve her alanda insanlığa fayda sağlayabilmek için akıl, basiret (keskin görüş, özü kavrayış gücü) ve feraset gibi özelliklere sahip olabilmek son derece önemlidir. Ve bu özelliklerin elde edilmesi de yine sadece Kuran ahlakına uymakla mümkün olabilir. Allah bir ayetinde imanın getirdiği akla şöyle dikkat çekmiştir:
“Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir.” (Enfal Suresi, 29)
İnsanlar kimi zaman karşılaştıkları sorunlara çözüm getirmek isteyebilirler. Ama bu kişiler de imanın kazandırdığı kavrayışa, çözüm bulma kabiliyetine, basiret ve ferasete sahip olmadıkları için yeterli bir sonuç elde edemezler. Çoğu zaman imanın şevki olmadığı için aldıkları kararları uygulama konusunda hep erteleme yaparlar veya önemli detayları hesaplayamadıkları için çeşitli aşamalarda tıkanıp kalırlar.
Örneğin bugün dünya ülkelerinin genelinde sokakta yaşayan kimsesiz çocuklar önemli bir sorundur. Ancak bu çocuklara sahip çıkmaya, onların suç işlemelerine, uyuşturucu kullanmalarına engel olmaya yönelik keskin bir çözüm bir türlü alınamamaktadır. Alınan cılız tedbirler, yapılan küçük çaplı yardımlar yeterli olmadığı için bu insanlar yaşamlarını sokaklarda geçirmekte, sonunda da ya bir suçtan dolayı hapse atılmakta, ya intihar etmekte ya da bakımsızlıktan ölmektedirler. Oysa bu çocuklara iyi bir eğitimle Kuran ahlakı öğretilse, gerekli imkanlar sağlansa böyle hatalı yollara sapmazlar. Allah'tan korktukları için suça yönelmez, aksine devletlerine, milletlerine fayda getirmeye çalışan bireyler haline gelirler.
Bu konuda bir başka örnek ise tedavi masrafı yüksek bir hastalığa yakalanan insanların durumudur. Eğer hastalığa yakalanan kişi zenginse tedavi olup hastalıktan kurtulma imkanı vardır. Ama eğer hasta kişi fakirse, tedavi masraflarını karşılayamadığı için açıkça ölüme terkedilmektedir. Hiçkimse çıkıp bu konuya bir çözüm bulalım, akılcı bir önlem alalım diye düşünmemektedir.
Kuşkusuz bu umursamaz tavrın temelinde yine Allah korkusunun eksikliği ve bundan kaynaklanan bir akılsızlık yatmaktadır. Allah Kuran'da bu karakterdeki insanların durumunu şöyle bildirmiştir:
“İnkar edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler.” (Bakara Suresi, 171)
Oysa Kuran ahlakına tabi olan insanların, sahip oldukları akıldan kaynaklanan çözüm bulma, kaynak yaratma, organizasyon yapma kabiliyetleri son derece gelişmiştir. Bu kişilerin yönlendirmesiyle yapılacak organizasyonlar ile imkan sahibi birçok insanın maddi olanakları bu yönde kullanılabilir. Öncelikle insanlar mevcut sorundan haberdar edilebilir ve çözüm için öneriler sunulur. Örneğin bir kaç işadamının sokakta yaşayan çocukların barınacakları ve eğitilecekleri yerleri hazırlatması çok kolay ve kısa sürecek bir aşamadır. Kuran ahlakını yaşayan bir toplumda maddi imkanı yerinde olan her aile, bu çocuklardan yalnızca birinin bakımını ve eğitimini üstlense, böyle bir sorun köklü olarak ortadan kalkar. Güzel ahlaklı ve akıllı insanlar bu tip pratik çözümlerle her türlü sorunun altından rahatlıkla kalkabilirler. Veya aynı şekilde hasta olup tedavi masraflarını karşılayamayan insanların tespit edilip, gerekli harcamalarının özel bir bütçeden karşılanması da çok rahatlıkla sağlanabilir. Bu tür konularda önemli olan tüm dünyanın sahip olduğu potansiyeli en hayırlı olacak yerlere, israfı tamamen engelleyerek en verimli şekliyle kanalize etmektir. Bu, Allah'ın Kuran'da insanlara emrettiği bir davranıştır.
Olaylara vicdanlarını ve akıllarını kullanarak sahip çıkan insanlar çok hızlı bir şekilde eksikleri ve ihtiyaçları tespit ederek, çözüm için yöntemler üretebilirler. İnsanlar genellikle eksiklikleri göremezler veya görmezlikten gelirler. Vicdanlarını rahatsız etse bile ne yapacaklarını bilemezler veya harekete geçmeye üşenirler. Çünkü hayatlarının büyük bir bölümünü bu konuya ayırmak zorunda kalacaklarını düşünür ve rahatlarını kaçırmak istemezler. Ancak akıl ve vicdan sahibi kimselerin bu insanlar yerine olayları organize etmeleri, insanları güçleri ve imkanları doğrultusunda yönlendirmeleri ve şevklendirmeleri sonucunda birçok sorun büyük bir hızla çözüme ulaşabilir.
Teşvik etmek ve insanları harekete geçirerek hayır işlerinde aracı olmak Kuran'da makbul olarak gösterilen bir özelliktir. Allah bir ayetinde şöyle bildirmektedir:
“Kim, güzel bir aracılıkla aracılıkta (şefaatte) bulunursa, ondan kendisine bir hisse vardır; kim kötü bir aracılıkla aracılıkta bulunursa, ondan da kendisine bir pay vardır. Allah her şeyin üzerinde koruyucudur.” (Nisa Suresi, 85)
Aksi bir davranış ise inkarcıların özelliği olarak belirtilmiş ve insanlar böyle bir ahlaktan Kuran’da şöyle men edilmişlerdir:
“Hayır; aksine, siz yetime ikram etmiyorsunuz. Yoksula yedirmek için birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Mirası, sınır tanımaz (helal, haram aldırmaz) bir tarzda yiyorsunuz. Malı 'bir yığma tutkusu ve hırsıyla' seviyorsunuz.” (Fecr Suresi, 17-20)